28 Eylül 2010 Salı

İLETİŞİM ÇAĞI


İnsanların mağara duvarlarına yazdığı yazılarla başlayan çalışmalar günümüzde şekil değiştirerek elle tutulmayan ama bir pencere yardımıyla görülebilen bir özelliğe büründü. Artık elimize bir kalem alıp, yazmak yerine bilgisayarın karşısına geçip tuşların sesi eşliğinde bir şeyler yazıyoruz, çiziyoruz veya oluşturuyoruz. Kısacası iletişim çağının en önemli aracı olan bilgisayarın nimetlerinden faydalanıyoruz.

Uzmanların görüşüne göre de; bu dijital mecranın faydaları yadsınamayacak kadar fazla iken, insan iletişimi, yani karşılıklı diyalog ve sosyal birlikteliğin de giderek azalmasında en önemli etken. Yinede taşıdığı hızlılık, ulaşılabilirlik ve alanının çok geniş olması gibi özellikler onu vazgeçilmez yapıyor.
Son dönemlerde en çok bahsedilen dijital mecraya ilişkin konulardan biri de sosyal medya. Peki, nedir bu sosyal medya?

Sosyal medyayı belki isim olarak ne olduğunu bilmesek bile, yakından tanıdığımız ve içinde var olup, uyguladığımız bir sistem. Sosyal medya, bireylerin Facebook, Twitter, Myspace gibi alanlarda profil oluşturması, diğer kullanıcıları eklemesi ve birbirine ilişkin bağlantıları görmesine izin veren web tabanlı bir hizmettir. Sosyal mecraları oluşturanda içindeki kişiler, yani bizleriz.
Bu ağlara milyonlarca kişi kayıt olmakta ve zamanının birçoğunu bu alanda geçirmektedir. Bu zaman içerisinde paylaşılan yazılar, görseller, videolar ve birçok uygulama internetin hızlı bir mecra olmasıyla birleşerek paylaşımı kolaylaştırmaktadır. Bu hızlılık ve mecranın bu kadar büyük olması en çok markaların ilgisindedir. Çünkü markalar veya kurumlar bu mecralar sayesinde tüketicilerine ulaşıp ürünleri hakkında bilgi verebilirler. Örneğin bir ayakkabı mağazası yaptığı bir promosyon, davet veya uygulama çalışmasını bu alanlarda duyurabilir.

Sosyal medyada yer almak kolay fakat oradaki sayıca çok büyük olan kitleleri etkilemek yaratıcılık işidir ve zordur. Öncelikle bu mecraları iyi tanımak ve nasıl var olmak istediğimizi iyi kavramak gerekiyor. Öncelikle şirket olarak sosyal medyada ne yapmak istediğimize karar vermeliyiz. Örneğin: Bir bayram kampanyası için çocukları eğlendirmeye yönelik gerçekleştireceğimiz bir çalışmayı mı duyurmak istiyoruz? Yoksa genel olarak, internete girildiğinde belirli özellikler arandığında kendi ürününün çıkmasını mı? Bunların hepsi yapılan iletişim çalışmaları ile birlikte danışman ajanslarla belirleniyor.
Sosyal medyaya ilişkin en önemlisi, bu kavrama yabancı olmadan gerekli atılımları bir an önce yapmak. Çünkü teknoloji ve çağ hızla değişiyor. Sizde hemen bir sosyal ağa üye olun ve ürünlerinizi, kurumunuzu tanıtmaya başlayın. Biraz çabuk olun ama çağ bitiyor.

Dijital mecrada karşılaşmak dileğiyle…




24 Eylül 2010 Cuma

EFLATUN'A SORMUŞLAR;



- Birincisi, İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki 
davranışı nedir ?

Eflatun tek tek sıralamış, Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler
Ne var ki çocukluklarını özlerler
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaparlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.

Sıra gelmiş ikinci soruya;

-"Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış,
Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın !
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır.

Önemli olan; hayatta,"en çok şey'e sahip olmak" değil,"en az şey"e ihtiyaç duymaktır...

20 Eylül 2010 Pazartesi

EĞER "Ne Kadar da Doğru Söylemiş Can Yücel"


O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.


Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.


O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.



Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.


Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.


Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.


Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.


İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.


Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...


Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!



"CAN YÜCEL"

16 Eylül 2010 Perşembe

FATMAGÜL’ÜN SUÇU NE?


Dizinin konusu açılıp ta fragmanlar dönmeye başlayınca, bu soruya herkesin bir yorumu oldu. Çoğu da Beren Saat’in Aşk-ı Memnu’da ki Bihter rolüne yönelikti.

“Suçu: Behlül’ün sevgilisi olması, Adnan’ı aldatması” vs şeklinde

1986’da sinema uyarlanan dizi de başrol oyuncusu olarak Hülya Avşar, Aytaş Harman başroldeydi. Şimdi ise Hülya Avşar’ın yerine Beren Saat, Aytaş Arman’ın yerine de Engin Akyürek alıyor. Nişanlısını Fırat Çelik ve 3 zengin genci de Buğra Gülsoy, Engin Öztürk, Kaan Taşaner oynuyor.

Dizinin konusunun nasıl ilerleyeceğini bilmesek te, genel hatlarını kapsayacağı muhakkak.

Konu: Fatmagül genç bir kasabalı kızdır. Sevgilisi Mustafa ile evleneceği günü bekler. Fakat bir gün 3 ü zengin olmak üzere 4 çocuğun tecavüzüne uğrar ve Mustafa bu olay sonunda Fatmagül’ü yalnız bırakır. Hapse düşen çocuklardan fakir çocuk olayı üstlenmek zorunda kalır. Evlenirler.”

Başlangıcı bu şekilde oluştuğu dizi çeşitli olaylarla ilerliyor…
Baştan zengin fakir çocuk ilişkisi konularak, tam Türk insanının yıllardır izlediği ama vazgeçemediği konuya değinilmiş. Bu kısmı ile ilk başta dikkat çekeceği kesin. Anlaşıldığı kadarıyla da atraksiyon da çok!

Bir yönden de tecavüz gerçeğine ve insanların yaşamlarına etkisi üzerinde dikkat çekici olabilir. Geçen yıllarda yaşanan olaylar içerisinde tecavüzcü ile uğrayanın aynı araç ile mahkeme salonlarına götürülmesi vardı.  Daha sonra kamuoyu sayesinde bu konuya dikkat çekildi ve düzeltme çalışmaları yapıldı.

İyi seyirler herkese…

14 Eylül 2010 Salı

Bir Gün Dünyayı HALKLA İLİŞKİLER Yönetecek...



“Hüznün ve mutsuzluğun bahanesini bulmak çok kolaydı; Şansızlık! Ben bu kötümserliği insan ilişkileri ile gidermeye çalıştım. İnsanlarla iyi ilişki kurmak, pek çok sorunun ilacı gibi geldi bana. En etkili ilaç, ilişki kurduğunuz yakın ya da uzak çevrenizdeki insanların size güvenmesidir. Bir yandan bu güveni zedelememeye, bir yandan da güvenin iki yönlü olmasına çalıştım. Arada sırada yaşadığım düş kırıklıklarına rahmen insanlara güvenmeye devam ettim. Yaşam çizgimi insanları önemseyerek çizdim.”

Alaeddin Asna hayatını ve yaşama bakış felsefesini “İletişim Bir Hayattır” kitabında Deniz Gökçe İnceoğlu’na anlatıyor.  İletişimin güven unsuruna dayandığını ve onun tek taraflı değil, iletişimin oluşabilmesinin temelinde yatan “iki taraflı” öğenin içinde olmasıyla gerçekleşebileceğini vurguluyor.

Halkla ilişkiler sektörü ve Türkiye tarihine baktığımız da Asna’nın önemi büyüktür. Halkla ilişkileri Türkiye’ye getiren, onun öneminin anlaşılmasını sağlayan kişidir.

Halkla Münasebetler olarak bilinen Halkla ilişkiler çalışmalarına ilk olarak Koç’ta başlayan Asna 7 yıl kadar oradaki görevini sürdürmüş, Koç’tan sonra ilk halkla ilişkiler firması olan A&B İletişimi kurmuştur. İsmini ne için “A&B” koyduğunu da başlangıcını oluşturduğu bu sektör için en uygun ismin, alfabenin başlangıç harflerinin olabileceğinden gelen düşüncesidir.

Sektöre ilişkin getirdiği yorumlar arasında da;  gelecekte birçok yöneticinin, yurtdışında da olduğu gibi ülkemizde de halkla ilişkilercilerden olacağıdır. Ülkemizde de tartışma dendiğinde kavga olarak algılanmasının yanlış olduğunu vurgulayan Asna, En iyi fikirlerin tartışma sonunda çıktığını belirtiyor. Şiiri seven ve radyoda şiir programları yapmış olan Asna, Namık Kemal’in “Gerçekler Kavgalardan Çıkar” şiirini örnek veriyor.





Açın gençlerin önünü… : ) Yolları  uzun zaten!





Halkla ilişkilerin bir genç mesleği olduğunu ve 50-60 yaşlarında yapılacak bir iş olmadığını belirten Asna, bunun sebebini de enerjiye bağlıyor. “Bu bir enerji sorunudur, enerjiyi buldum zannedersiniz, bulamazsınız ve geride kalırsınız.” Diyor.
Yaşamında enerjiyi hiç eskitmeyen, kısa zaman içinde birçok işle meşgul olan Asna, yaşı geldiğinde A&B İletişim’ide arkadan yetişen bir yapıya bırakmıştır. Eskiden devlet planlamada çalışırken planladığı gibi özel sektörden değil devletten emekli olmuştur. Sadece planlama teşkilatı yerine üniversite hocalığından geçerek.
Kitabı zevkle okuduğum gibi kendimle ortak yönler bulmaya da çalıştım. Hani olur ya her kitapta okurken asıl kahraman hayalinizde siz oluverirsiniz. Onun gibi bir şey işte.  Asna’nın en çokta şu yönünü benzettim kendime; “Bir yandan çok çalışkanımdır. Bir iş varsa onu aksatmam, bitiririm ama bir yanda da tembelliğe bayılırım”
Tembelliğe bayılırım. (aynen : ) Tabi iş yoksa.
Bu kadar bahsetme yeter sanırım, size de okumak için yer kalsın canım. Şimdiden keyifli okumalar ve bilgilenmeler. İhtiyaç duyanlar için bazı kitaplarını da metnin sonunda yazıyorum.

Kendi yazdığı “GEMİCİ” şiirinden birkaç mısra;

O mutsuz bir gemicidir

Yanlış bir okyanusa yelken açmıştır

Uzanır halatların dibine arada bir

Güçsüz yumruklarıyla gözlerini siler

Nedenini bilemez.



-          “Halkla İlişkiler” Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayını-1969
-          “Sandaldaki Adam”- şiir- 1974
-          “Halkla İlişkiler Sanatı”-İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Nihat Sayar Vakfı-1979
-          “Public Relations” – Osmanlı Matbaası -1983
-          “PR-Dünden Bugüne Bir Sanat ve Meslek Öyküsü” Sabah yayınları- 1997
-          “Önce İletişim Vardı” –Derin Yayınları- 2000
-          “Bir Pr’cının Meslek Anıları” Media Cat Yayınları-2004