14 Nisan 2010 Çarşamba

OLİVİERO TOSCANİ “ Reklam Bize Sırıtan Bir Leştir”



Yaşasın! Âlemlerin en güzeline buyurunuz: Yeryüzü cennetine, mutluluk yüzde yüz, kesin, kesin başarı ve ebedi gençlik ülkesine. Gökyüzünün her zaman masmavi olduğu bu büyülü ülkede, hiçbir çevre kirliliği, yaprakların parlak yeşilini zedelemez. En ufak bir sivilce kızların şeker pembesi cildine gölge düşürmez, hiçbir çizik asla arabaların pırıl pırıl karoserlerini çirkinleştiremez. Bomboş yollarda, güneşten esmerleşmiş uzun bacaklı genç kadınlar otomatik yıkamanda yeni çıkmış parlak kırmızı spor arabaları sürerler. Kazalardan, buzlanmadan, radarla hız denetiminden, patlayan lastiklerden, haberleri yoktur. Büyük kentlerin trafik tıkanıklığında yılan balığı gibi süzülürler, iç örtücü kenar mahallelere asla girmezler, kavşaklardaki güneşten esmerleşmiş cam yıkayıcılarının tümünün de uzağından geçerler ve sessizce paha biçilmez eşyalarla döşenmiş kocaman dairelere veya zengin yazlık köşklerine doğru süzülürler onlar.






REKLAM  OLİVİERO TOSCANİ
Orada keyfi yerinde baba ve anne, neşeyle çalınan kemanları dinleyerek çiçek tarlalarının arasında beklemektedir. Çocuklar çevrede gülerek hoplar, zıplarlar, kocaman, sevimli bisküvi Prosper’in elektronik haydut Süper Rigolo2nun sayesinde sevinçten yerlerinde duramazlar. Bu çocuklar artık hiç ağlamaz, hiçbir zaman bitlenmez, kızıl hastalığa yakalanmazlar, parmaklarını da elektrik prizine asla sokmazlar. Karnında tek bir çatlak, vücudun da tek bir gram yağ fazlası olmayan 20 yaşındaki anneleri, hiçbir zaman kakaya bulanmamış, öylesine mis gibi kokan, tombul popolarına, bir yandan şarkı söyleyerek bezlerini bağlar! Sonra da ah! O güzelim biçimli, sarışın peri kızı! Lokanta büyüklüğünde bir mutfakta dans ederek yerleri silmektedir. Mucizeler yaratan bir toz sayesinde dağ gibi yığılmış pis, iğrenç çamaşırları düzenle istiflenmiş yepyeni giysilere dönüştürüverir. Mucizeye bakın! İnatçı bir şarkı sürüp gitmekte: “işte mutluluk burada!”






Bu süre içinde dünya ilerliyor! Alımlı delikanlı bankacılar en yakın dostları olan babayı, manzaralı bir büroda ağırlıyor ve ona pespembe bir yaşam vaat ediyorlar. Artık ay sonunu getirme diye bir sorunu yok, her türlü kredi yatırım planı, emeklilik, taşınmaz edinimi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bürodan çıkarken baba aydınlanmıştır; artık bunalım, işten çıkartılma, işsizlik, batan bankalar diye bir şey bir şey kalmamıştır. Yeni kredi kartı sayesinde dünya önüne serilmiştir, her şey onundur. İsterse Mayami’ye, isterse Japonya’ya dilediğince gidebilir. Maldiv adalarında sevgili oğluyla köpek balığı avlayabilir ya da Guayaquil’de bikiniden de açık mayolar giymiş kızlarla dolu dört yıldızlı bir otelde dinlenebilir. Artık kaygı maygı yoktur, büyülü kartı bu düş makinesine sokmak yeterlidir, cepten beş para çıkmadan. Mutluluktan uçarak, hemen dağın tepesinde veya altın gibi parlayan ama yerlilerin ortalıkta görülmediği bir yerde, bir Hindistan cevizi ağacının altında bitip tükenmek bilmeyen gençlik kürünü sürdürmekte olan anne telefona koşar. Sonra emrinde baştan çıkartıcı, telaşla hizmetine koşan kadınlar, uçan bir koltukta gökyüzünü boydan boya geçer, bulutların içinde uykuya dalar ve henüz traş olmuş hiç saat farkı yaşamamış bir halde, dünyanın öbür ucunda uyanır. Tıpatıp bir Claudia Schiffer olan “anne”, hep öyle tertemiz, ipek saçlarıyla, çırılçıplak onun kollarına atılır. “Baba” ise onunla birlikte, hiç kuşkusuz dünyanın en iyi kahvesi olan ihtiras kahvesini içmek ve “istek” diye adlandırılan tüm o ürünlerin tadına bakmak için siyah ipek çarşaflara bürünür… İkisi birlikte cinsel gücü arttıran şilteler üzerinde yuvarlanırken yeni bir şarkıcık ısrarla mırıldanmaktadır. “ Her şey yolunda” AİDS buradan, benden geçemez”.






Claudia Schiffer
Uyandığında anne hiçbir zaman kırılmayan uzun tırnaklı, boyalı parmaklarının güzelleştirdiği yumuşacık eliyle mucize yaratan bir kremi yüzüne sürer. Kırışıklıklar birdenbire silinir, dudaklar parlar ve bir sinema yıldızının dudakları gibi kıvrılır, vücudunun yağları parmaklarının altında yok olur, memeleri sertleşir ve mavi göğe doğru zıplar, kaba etleri yuvarlanır, incecik genç kız biçimine ve birinci sınıf manken bacaklarına yeniden kavuşur. Kovboy sigaraları ve Viking adındaki parfümü sayesinde bir delikanlı kadar çevik olan “baba”, onu ilk günkü gibi arzulamaktadır. Gerginlikti yorgunluktu, izi kalmamıştır, her şey aşk içinde yüzer, gözler pırıl pırıl parlar, çocuklar sevinç içinde ev ödevlerini yapmaya koşarlar.






Bitişikteki post modern yapıda, sinekkaydı traş olmuş altın çocuklar mavi dekorlu bürolarda çalışmakta ve dev makinelerden, dünyanın öteki ucundaki kravatlı, takım elbiseli meslektaşlarına, müthiş tasarımlar ve sözleşmeler fakslamaktadırlar. Güler yüzlü patronları – babacığını ne kadarda andırıyor!- onları kutlar ve bağrına basar. Kısacık etekli güzel kadınlarla dolu yönetim takımı alkışlar. Bu demokratik toplumda dediği dedik şef diye bir şey yok, grevdi, sendikaydı, can sıkıcı maaş, ücret artışı sorunları veya yetki rekabetiydi yok. Günlük yaşama indirgenmiş düşler ülkesi! En modern en pahalı eşyalarla tıka basa dolu iş yerine gitmek için metroya da, tıklım tıklım dolu bir trene de binilmiyor, lüks GTİ otomobillerle, füzeye benzetilmiş motosikletlerle ve ya turbolarla gidiliyor buralara. Kaygılanacak ne var ki? Müdür masalarına kurulmuş, güneşten esmerleşmiş kırklılar her şeyle ilgileniyor ve sizi her türlü tehlikeye karşı, her türlü hastalığa - şşştt, bu sözcük burada yasaktır!- sigortalıyorlar. Sağlık giderlerinizi hiç homurdanmaksızın, hemen ödüyorlar ve göstermelik sütunları, eski mutfak ocaklarıyla bir sayfiye huzur evinde size eşsiz bir emeklilik hazırlıyorlar. Halk ne ister ki? İşte asıl can alıcı nokta bu ya, hiçbir şey! Bu olağanüstü gezegende yaşam güzeldir. Bu düşlere yaraşır dünyayı tanıdınız herhalde, bizi neredeyse otuz yıldan bu yana, çocuklaştırmakta olan, yapmacık ve aptal reklam dünyasıdır bu. 




(çok sevdiğim bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim)


İŞTE BU KADAR!!!














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder