29 Nisan 2010 Perşembe

"Keşkelerin olmadığı bir yerde yaşamak isterdim - Yalanların aktığı bir yerde susamak isterdim"


Hande Yener - BODRUM 2010

OBAMA'DAN DİJİTAL PR UYGULAMASI

Sosyal medyada yer almak kolaydır. Fakat oradaki sayıca çok büyük olan kitleleri etkilemek yaratıcılık işidir ve zordur. Öncelikle bu mecraları iyi tanımak ve nasıl var olmak istediğimizi iyi kavramak gerekiyor. Öncelikle şirket olarak sosyal medyada ne yapmak istediğimize karar vermeliyiz. Bunun içinde aşağıdaki soruların cevaplarını bilememiz gerekiyor;



Aktif bir şekilde konuşmak mı?


Dönemsel bir kampanya yapmak mı?


Konuşulacak iş yaratmak mı?


Yoksa olası krizleri yönetmek mi?


Amaç ve hedefler saptadıktan sonra uygulama için alanlar ve materyaller yaratılmalıdır. Bunlar ses, görüntü, yazı şeklinde gruplara ayrılan, özelliği yaratıcılığına kalmış destekleyicilerdir.


2009 yılı ocak ayında Amerika Birleşik Devletlerine ilk siyah başkan olan Barack Obama’ya seçim kazandıran kampanyayı inceleyerek Dijital mecra nasıl kullanılmalı? Gibi çeşitli sorulara cevap bulmaya çalışalım.


Obama, 1961 yılında siyah bir adamın beyaz bir kadının çocuğu olarak dünyaya geldi. O zamanlar siyah beyaz ayrımının hat safhada olduğu dönemlerde yaşadığı sorunlar ve sonuç olarak siyah teniyle 2009 yılında seçimleri kazanması ile ne kadar zor bir şeyi başardığını ispatlamış oldu.


Peki, Obama’ya seçim kazandıran ne olmuştu? Obama siyah biri olduğu için, onun üzerinden siyaset yapmıştı da öyle mi kazanmıştı? Hayır. Obama hiçbir zaman teniyle ilgili bir siyasete girişmemişti. O sadece birlik, beraberlik fikrini savunmuştu. Bununla insanlara bütünlük mesajı vermişti. Eğitim dönemi parlak olan Obama, liderlik özelliklerini de taşıyordu. Kararlıydı, etkili konuşuyordu, ihtiyaçları iyi tespit eden yapısı vardı.


Obama’nın ve çevresindeki danışmanlarının internetin önemini anlaması 10 Şubat 2007 tarihinde Obama’nın aday adaylığını açıklarken yaptığı konuşmanın, Obama’nın web sitesinde gün içersinde, 4,5 milyon kişi tarafından tıklanması gösterdi.


Bu gerçekten bir lider için büyük bir rakamdı. Bunun üzerine, dijital mecraya karşı ilgiler yoğunlaştı ve kampanya buradan ilerletilmeye başlanıldı. ABD’nin büyük bir kısmını genç nüfus oluşturuyordu ve bu nüfusun büyük çoğunluğu uzun bir zamanını dijital mecrada geçiriyordu. Bu mecrayı kullananlarda oy kullanmayan büyük bir kitleyi barındırıyordu.


Facebook’un tanıtımına öncülük eden Hughes Nisan 2007’de Facebook’tan ayrılarak Obama’nın online örgütlenmesinde görev almak için görev almayı kabul etti.(5)


www.barackobama.com sitesi yoğun bir biçimde kullanılmaya ve kişiler buraya yönlendirilmeye başlandı. Site kullanıcı dostuydu. Birçok video, yazı, görsel ekleyip paylaşabiliyordun, yorum yapma şansın vardı. Bu da özgürce bireylerin özellikle gençlerin aktif olmasını sağladı. Obama için çalışan gönüllüler site altında 25.000 grup 160.000 blog yarattılar. Ayrıca bu sitenin dışında 210.000 gönüllü grubu daha oluşturuldu.

Böylece kendiliğinden bir anda yoğunlaşan bir kitle ve ilgi grupları oluştu. Yazılan yazılar başka sitelerde paylaşılmaya, konulan videolar tıklanma rekorları kırmaya başladı. Obama tarafından konulan çalışmaların yanına, birçoğu gençler tarafından eklenen Obama taraflı çalışanlar vardı.

Hedef kitlesi gençler ve umutsuzlar olan kampanyada mesaj; değişim ve umuttu. Her konuşmada ve çalışmada mesaja vurgu yapıldı. Nereye kadar değişim olduğunu vurgusu vaatlerde yer aldı. Kesin, net ve açık cümleler kuruldu ve vurgulandı.

Obama insanlara umut veriyordu. Bütün çalışmaların sloganı “yes, we can” di “evet, yapabiliriz” diyordu. 2007’de başlayan kampanya yavaş yavaş kazanılan galibiyetlerle ilerliyordu. Ekim 2008 sonuna gelindiğinde 10 milyonu aşkın gönüllülere ulaşan devasa bir örgüt ile, kişiselleştirilmiş görevlerle, kişiselleştirilmiş mesajlarla yönetiliyordu(6).

Barack Obama bir markada aradığını üç şeye birden sahipti; Yeni, farklı, çekici(7). Sosyal mecra o kadar iyi kullanıyordu ki Youtube ve bir çok video sitesinde Obama’nın konuşması ve gönüllülerin yaptığı çalışmalar tıklanma rekoru kırıyordu. Obama taraftarları YouTube’a 18.000 saatlik video upload (yükleme) ettiler. E-mail yöntemini bile anne- baba işi olarak gören gençleri dikkate aldılar. 11 yaşındaki çocuk bile cep telefonuyla çektiği videoyu yükleyebiliyordu, sms ile kampanyaya yorun gönderebiliyordu. Bu avantajlar ve iletişim kolaylığı gençler arasında 35 milyon videonun birbiriyle paylaşmasını sağlamıştır.

Hilary Clintonla başlayan McCain’le devam eden Cumhuriyetçi Parti cephesi ise dijital mecrada kendini gösterememiş şekilde 1-0 olarak devam ediyordu. Hatta tarafına yapılan birçok çalışmayı da etkili bir biçimde cevaplayamamışlardı. Buda kriz iletişimini nasıl yönetemediklerini vurgular nitelikteydi.

Ve nihayet 4 Kasım 2008 günü Amerika’lılar için karar günü gelip çatmıştı. Rekor bir katılımla gerçekleşen oy kullanımı 135 milyon kişinin saatlerce sandıkta beklemesini bile göz alması ile sonuçlandı. Sonuç 538 delegenin 365’ini Obama’nın kazanmasıyla sonuçlanmıştı. Obama toplam olarak 64 milyon seçmenin oyunu almıştı. Obama’ya kimler oy vermişti. Hedeflediği kitle. Gençler ve umutsuzlar. Obama hedeflediğini başarmıştı. Sıra dışı bir kampanya ile elde ettiği bu başarı uzun yıllar dilimizden düşmeyecek.

Obama neden kazandı?(8)

• Zamanın ruhunu temsil ediyordu. Dijitali yansıtıyordu.

• Halka yakın bir liderdi (her zaman onların yakınındaydı)

• Mesajında yansıttığı değişim ve umut kelimelerinin içini doldurmuş ve vurgusunu sürekli yapmıştır.

• İnsanlara sevgisin, göstermeyi başardı (hangi liderin bizim için gerçekten bir şeyler yaptığına inanırız ki?-Atatürk dışında)

• Gençlere inandı ve onlara seslenmeyi bildi.

• Yeni medyanın özüne vakıftı.

• Teke tek iletişime inandı.

• Krizi yönetebileceğini ispat etti.

• Medya ondaki star damarını erken gördü


• Rakibi iletişimini kötü yönetti




EVİ ÖZLEMEK




Ev nedir? Bir çatı mı? Ya da balkonu olan, içerisinde lüks dediğimiz mobilyaların olduğu yapı mı? Siz evinizi nasıl tabir edersiniz? Evinizin badanası beyaz mı? Şampanya rengi mi? Yoksa içinizdeki çatlaklığa vurgu yapan, kırmızı mı? Ya da eviniz yok mu?


Bu soruların cevapları var mı sizde?


İlk üniversiteye geldiğimde kavramıştım evin ne demek olduğunu. Bahçesinde oturup boş boş yola bakmanın verdiği huzuru. O zaman gerçekten evimi sevdiğimi anlamıştım. Önceden niye varmamıştım bunun farkına? Çok mu kızdırmıştı beni? Yoksa çok mu boğmuştu? Ya da utandırmış mıydı?


Karşılıklı analaşmam lazım onunla, özlemimi konuşmam lazım. Görmeyeli çok oldu, o kokusunu içine çekmeyeli. Her evde var özgü bir koku, eskiden çok yakın olan bir arkadaşım derdi “sizin eviniz kokulu tuz gibi kokuyor (yani mısır baharatı), karnım acıkıyor : ) ” diye. Onun karnını acıktıran kokuda bana hatıraları getiriyor. Zamanın içinde akıp giden günleri, saatleri, saniyeleri…


Bu hafta sonu kavuşuyorum ona, uzun uzun bakıcam, sevicem onu… Bahçesinde çıplak ayakla oturucam ki, “-“ ‘ler bir yerlere kaçsın…


Hayvanları sever misiniz? Benim şimdiye kadar birçok köpeğim ve kedim oldu. Ama evin içerisinde değil bahçesinde yaşadı onlar. Gece havlayan, koruduğunu bahıra bahıra anlatan ufak ve sevimli köpeklerim.


Birde çiçekler, onları niye bu kadar seviyorum ben? Yoksa babaannem çok sevdiği için mi? Ya da hep çiçek kokan ve bahçesinde her çeşidi bulunan bir evim olduğu için mi?


Siz uyku çiçeklerini sever misiniz? Benin ufakken bir tane olmuştu. Bana özel, benim ektiğim! “Komşu annem” vermişti bana onu. Gece olmaya başlayınca oda uyumaya başlardı. Uykucu işte! Adı o zaten : ).


Bir gün gelmek isterseniz, davet ediyorum şimdiden… (Arabası olmayanlar) Kırklareli merkeze geldikten sonra, Terzidere otobüslerini buluyorsunuz. Hemen öğretmenler evinin karşısından kalkıyor. Akşam 16:00 ya kalmadan orada olun ama! Kofçaz’ı geçti mi, 1 köy daha çıkacak önünüze, tastepe, onu da geçtimi tabelasını göreceksiniz. Tamda köyün girişinde ki ilk ev işte! Orası benim evim. Ben orada olmasam eğer, babaannem ve dedeme uğrayın ve “- torununuzun misafiriyiz” deyin. Hemen kucak açacaklardır size. Beni sevdiği gibi sıcak olacaklardır. Çünkü onlarda sever, insanları benim gibi. Saflardır. Ruhunda sevgi, içlerinde mutluluk, huzur vardır. Bizim beklide, günlerce aradığımız şeylere sahiptir onlar. Birde komşum var komşu annemiz ona da gidin, hemen yolun karşısında. Size de isterseniz verecektir, uyku çiçeklerinden. Seviyorsanız çiçekleri!


Ben gidiyorum, gelmek ister misiniz? Ya da söyleyince eviniz mi canlandı? O zaman benim gibi yapın. Vakit uyuyorsa hemen bilet alın ve vınnnnnn…. Ama teklifim her zaman geçerli! Unutmayın.


İyi yolculuklar… (banada : )

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bedelli askerlik tartışıla dursun, LEMAN güzel bir kapakla konuya cevap verdi:)

EN POPÜLER KÖŞE YAZARI NASIL OLUNUR?

Medya Takip Merkezi tarafından haftalık olarak hazırlanan medyada popülarite araştırmasına kafayı takan BirGün'ün medya eleştirmeni Ümit Alan, bu hafta, ‘neler yapanlar bu listeye girer, neler yapanlar giremez?’ sorusuna yanıt aradı. İşte Alan'a göre medyatik olmak için yapılması gerekenler...

http://www.medyatava.com/haber.asp?id=64974

SOSYAL MEDYA VE SOSYAL MEDYAYI ŞİRKETLER NASIL YÖNETİYOR?

    İçerik paylaşımı ile bize birçok olanak sağlayan sosyal ağlar, yazılarımızı, yorumlarımızı ve birçok uygulamayı paylaştığımız bloglar ve bunların gelişmesine olanak sağlamış olan bir geçiş sistemi olarak kabul edilen web 2,0 sistemi bizim dijital mecrada olmamız kolaylaştıran ve sosyal medyayı yaratan ortam ve uygulamalardır. Sosyal medya sayesinde birçok paylaşım ve bilgi edinimi sağlanır. Bunu sağlayan oluşturanda kişilerin kendisidir. Sosyal medyada kişiler merak içgüdüsünü karşılar. Başkalarının ne yazdığını ve yaptığını öğrenmek istediği gibi kendi yazdıklarının da ilgi odağı olmasını arzular.

Sosyal medyada var olan çeşitlilik, duygularımızın daha iyi yansıtılmasına olanak sağlar. Örneğin; Bir konu hakkında bilgi vermek istediğimizde yanına konulan video, resim, grafik gibi çeşitli uygulamalarla konunun derinliği ve ispatı sağlanabilir.

Bireylerin sosyal medyayı kullanım amaçları belirli konularla çeşitlenirken şirketler bu konuda daha derinlemesine ve kendileri için olumlu sonuç yaratması amacıyla daha farklı yöntem ve taktiklerle çalışmalarını gerçekleştirmekte ve sosyal medyada yer almaktadır.

Bu taktikleri uygulayan ve test eden kişiler Dijital Pr uzmanlarıdır. Belirli ölçüt değerlendirmelere göre yapılan çalışmalar markanın aktif biçimde sosyal medyada yer almasını sağlamaktadır. Örneğin; Kahve dünyasının çok kısa zaman öncesinde yer alan, sevgililer gününe özel olarak facebook aracılığı ile gönderdiği çikolata fotoğraflarıyla, kişilerin kendilerini foto üzerinde tack(işaret)’lemelerini isteyerek çeşitli hediyeler göndereceklerini belirtmiştir. Bu duyurum karşısında birçok kişi fotoğrafta kendisini işaretleyerek (hatta işaretleme sayısının bitmesi kadar yoğun olacak şekilde) kendi ana sayfasında çıkmasına olanak vermiş. Buda bir anda birçok kişiye ulaşmayı sağlamış ve canınızın isteyeceği hoşlukta olan görsellerin insanları etkilemesi sağlanmıştır. Sonuç olarak “kahve dünya”sı güzel ve tadılmak istenen bir algı yaratmıştır. Büyük ihtimalle de satışlarında da artış olmuştur. (Bu çalışmaya katıldığım gün eğer bulunduğum yerde “Kahve Dünyası” olsaydı hemen soluğu orada alırdım).




İnsanlar ve şirketler seslerini duyurmak için sosyal medyayı kullanıyor. Hem ucuz olan bu mecra insanlara ulaşma konusunda da hızlı. Örneğin; Amerika da bir uçak kazasında kurtulan halkın fotoğrafının, oranın yakınından geçen bir kişi tarafından çekilmesi ve dünyaya şu başlıkla gönderilmesi “Akıllara durgunluk verecek uçak kazasının ardında kahraman bir pilot ve onun talimatlarını paniğe kapılmadan uygulayan 150 yolcu çıktı.” Pilotun kahraman olarak bir anda sosyal medya aracılığı ile ilan edilmesine ve duyurulmasına yardımcı oldu.






Çok kısa bir zaman önce Yenirakı’nında yaptığı “yeni iletişim devi” kampanyası sosyal medyanın ne kadar aktif olarak etkili ve eğlenceli şekilde kullanıldığını gösteriyor.

Sosyal medyalar gazete, televizyon ve film gibi geleneksel medyalardan farklıklar gösterirler.

Sosyal medya ve geleneksel medya arsındaki farkları tanımlamaya yardımcı olacak özellikler kullanılan yönteme göre farklılıklar gösterebilir. Bu özelliklerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Erişim - Hem geleneksel medya hem de sosyal medya teknolojileri herkesin genel bir kitleye erişebilmesine olanak tanır.

Erişilebilirlik - Geleneksel medya için üretim yapmak genellikle özel şirketlerin ve hükümetlerin sahipliğindedir; sosyal medya araçları genel olarak herkes tarafından az veya hiç maliyetle kullanılabilir.

Kullanılırlık - Geleneksel medya üretimi çoğunlukla uzmanlaşılmış yetenekler ve eğitim gerektirmektedir. Çoğu sosyal medya için bu geçerli değildir veya bazı durumlarda yetenekler tamamen değişmiş ve yenidir, yani herkes üretimde bulunabilir.

Yenilik – Geleneksel medya iletişimlerinde meydana gelen zaman farkı (günler, haftalar, hatta aylar) anında etki ve tepkisi olan sosyal medya ile kıyaslandığında uzun olabilmektedir (Tepkilerin zaman aralığına katılımcılar karar verir). Geleneksel medya da sosyal medya araçlarına adapte olmaktadır, dolayısıyla yakın zamanda bu farklılık ortadan kalkacaktır.

Kalıcılık - Geleneksel medya yaratıldıktan sonra değiştirilemez (bir dergi makalesi basıldıktan ve dağıtıldıktan sonra aynı makale üzerinde değişiklik yapılamaz), oysa sosyal medya yorumlar veya yeniden düzenlemeyle anında değiştirilebilir

EVLENMEYİ DÜŞÜNENLER, BOŞANMAYI DÜŞÜNENLER VE BU KONUDA DÜŞÜNMEK İSTEMEYENLER İÇİN


Kültür- sanat etkinliği olarak tavsiye edebileceğim, eğlenmek isteyenler için bol kahkahalı bir oyun var; “Kaygan Zemin”. Oyunda karşı cins ile olan ilişkiler irdelenerek komik bir dille anlatılmış.



Bu yıl 15. Yılını kutlayan E.S.E.K. tiyatro grubunun sunduğu oyunu Uğur Uludağ yazıp yönetiyor. Oyunun kadrosunda ünlü isimlerde var. İsimler arasında Doğa Rutkay, Hakan Bilgin, Yağmur Kaşifoğlu ve Yosi Mizahi yer alıyor.
Oyun Haziran ayı boyunca Salı günleri “Beşiktaş Akatlar Kültür Merkezi”nde izlenebilir. İletişim için; http://www.kayganzemin.com/

14 Nisan 2010 Çarşamba

OLİVİERO TOSCANİ “ Reklam Bize Sırıtan Bir Leştir”



Yaşasın! Âlemlerin en güzeline buyurunuz: Yeryüzü cennetine, mutluluk yüzde yüz, kesin, kesin başarı ve ebedi gençlik ülkesine. Gökyüzünün her zaman masmavi olduğu bu büyülü ülkede, hiçbir çevre kirliliği, yaprakların parlak yeşilini zedelemez. En ufak bir sivilce kızların şeker pembesi cildine gölge düşürmez, hiçbir çizik asla arabaların pırıl pırıl karoserlerini çirkinleştiremez. Bomboş yollarda, güneşten esmerleşmiş uzun bacaklı genç kadınlar otomatik yıkamanda yeni çıkmış parlak kırmızı spor arabaları sürerler. Kazalardan, buzlanmadan, radarla hız denetiminden, patlayan lastiklerden, haberleri yoktur. Büyük kentlerin trafik tıkanıklığında yılan balığı gibi süzülürler, iç örtücü kenar mahallelere asla girmezler, kavşaklardaki güneşten esmerleşmiş cam yıkayıcılarının tümünün de uzağından geçerler ve sessizce paha biçilmez eşyalarla döşenmiş kocaman dairelere veya zengin yazlık köşklerine doğru süzülürler onlar.






REKLAM  OLİVİERO TOSCANİ
Orada keyfi yerinde baba ve anne, neşeyle çalınan kemanları dinleyerek çiçek tarlalarının arasında beklemektedir. Çocuklar çevrede gülerek hoplar, zıplarlar, kocaman, sevimli bisküvi Prosper’in elektronik haydut Süper Rigolo2nun sayesinde sevinçten yerlerinde duramazlar. Bu çocuklar artık hiç ağlamaz, hiçbir zaman bitlenmez, kızıl hastalığa yakalanmazlar, parmaklarını da elektrik prizine asla sokmazlar. Karnında tek bir çatlak, vücudun da tek bir gram yağ fazlası olmayan 20 yaşındaki anneleri, hiçbir zaman kakaya bulanmamış, öylesine mis gibi kokan, tombul popolarına, bir yandan şarkı söyleyerek bezlerini bağlar! Sonra da ah! O güzelim biçimli, sarışın peri kızı! Lokanta büyüklüğünde bir mutfakta dans ederek yerleri silmektedir. Mucizeler yaratan bir toz sayesinde dağ gibi yığılmış pis, iğrenç çamaşırları düzenle istiflenmiş yepyeni giysilere dönüştürüverir. Mucizeye bakın! İnatçı bir şarkı sürüp gitmekte: “işte mutluluk burada!”






Bu süre içinde dünya ilerliyor! Alımlı delikanlı bankacılar en yakın dostları olan babayı, manzaralı bir büroda ağırlıyor ve ona pespembe bir yaşam vaat ediyorlar. Artık ay sonunu getirme diye bir sorunu yok, her türlü kredi yatırım planı, emeklilik, taşınmaz edinimi konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bürodan çıkarken baba aydınlanmıştır; artık bunalım, işten çıkartılma, işsizlik, batan bankalar diye bir şey bir şey kalmamıştır. Yeni kredi kartı sayesinde dünya önüne serilmiştir, her şey onundur. İsterse Mayami’ye, isterse Japonya’ya dilediğince gidebilir. Maldiv adalarında sevgili oğluyla köpek balığı avlayabilir ya da Guayaquil’de bikiniden de açık mayolar giymiş kızlarla dolu dört yıldızlı bir otelde dinlenebilir. Artık kaygı maygı yoktur, büyülü kartı bu düş makinesine sokmak yeterlidir, cepten beş para çıkmadan. Mutluluktan uçarak, hemen dağın tepesinde veya altın gibi parlayan ama yerlilerin ortalıkta görülmediği bir yerde, bir Hindistan cevizi ağacının altında bitip tükenmek bilmeyen gençlik kürünü sürdürmekte olan anne telefona koşar. Sonra emrinde baştan çıkartıcı, telaşla hizmetine koşan kadınlar, uçan bir koltukta gökyüzünü boydan boya geçer, bulutların içinde uykuya dalar ve henüz traş olmuş hiç saat farkı yaşamamış bir halde, dünyanın öbür ucunda uyanır. Tıpatıp bir Claudia Schiffer olan “anne”, hep öyle tertemiz, ipek saçlarıyla, çırılçıplak onun kollarına atılır. “Baba” ise onunla birlikte, hiç kuşkusuz dünyanın en iyi kahvesi olan ihtiras kahvesini içmek ve “istek” diye adlandırılan tüm o ürünlerin tadına bakmak için siyah ipek çarşaflara bürünür… İkisi birlikte cinsel gücü arttıran şilteler üzerinde yuvarlanırken yeni bir şarkıcık ısrarla mırıldanmaktadır. “ Her şey yolunda” AİDS buradan, benden geçemez”.






Claudia Schiffer
Uyandığında anne hiçbir zaman kırılmayan uzun tırnaklı, boyalı parmaklarının güzelleştirdiği yumuşacık eliyle mucize yaratan bir kremi yüzüne sürer. Kırışıklıklar birdenbire silinir, dudaklar parlar ve bir sinema yıldızının dudakları gibi kıvrılır, vücudunun yağları parmaklarının altında yok olur, memeleri sertleşir ve mavi göğe doğru zıplar, kaba etleri yuvarlanır, incecik genç kız biçimine ve birinci sınıf manken bacaklarına yeniden kavuşur. Kovboy sigaraları ve Viking adındaki parfümü sayesinde bir delikanlı kadar çevik olan “baba”, onu ilk günkü gibi arzulamaktadır. Gerginlikti yorgunluktu, izi kalmamıştır, her şey aşk içinde yüzer, gözler pırıl pırıl parlar, çocuklar sevinç içinde ev ödevlerini yapmaya koşarlar.






Bitişikteki post modern yapıda, sinekkaydı traş olmuş altın çocuklar mavi dekorlu bürolarda çalışmakta ve dev makinelerden, dünyanın öteki ucundaki kravatlı, takım elbiseli meslektaşlarına, müthiş tasarımlar ve sözleşmeler fakslamaktadırlar. Güler yüzlü patronları – babacığını ne kadarda andırıyor!- onları kutlar ve bağrına basar. Kısacık etekli güzel kadınlarla dolu yönetim takımı alkışlar. Bu demokratik toplumda dediği dedik şef diye bir şey yok, grevdi, sendikaydı, can sıkıcı maaş, ücret artışı sorunları veya yetki rekabetiydi yok. Günlük yaşama indirgenmiş düşler ülkesi! En modern en pahalı eşyalarla tıka basa dolu iş yerine gitmek için metroya da, tıklım tıklım dolu bir trene de binilmiyor, lüks GTİ otomobillerle, füzeye benzetilmiş motosikletlerle ve ya turbolarla gidiliyor buralara. Kaygılanacak ne var ki? Müdür masalarına kurulmuş, güneşten esmerleşmiş kırklılar her şeyle ilgileniyor ve sizi her türlü tehlikeye karşı, her türlü hastalığa - şşştt, bu sözcük burada yasaktır!- sigortalıyorlar. Sağlık giderlerinizi hiç homurdanmaksızın, hemen ödüyorlar ve göstermelik sütunları, eski mutfak ocaklarıyla bir sayfiye huzur evinde size eşsiz bir emeklilik hazırlıyorlar. Halk ne ister ki? İşte asıl can alıcı nokta bu ya, hiçbir şey! Bu olağanüstü gezegende yaşam güzeldir. Bu düşlere yaraşır dünyayı tanıdınız herhalde, bizi neredeyse otuz yıldan bu yana, çocuklaştırmakta olan, yapmacık ve aptal reklam dünyasıdır bu. 




(çok sevdiğim bu yazıyı sizinle paylaşmak istedim)


İŞTE BU KADAR!!!














13 Nisan 2010 Salı

BÜYÜK ve küçük "kardeş" gibi!

AHMET HAŞİM

1885 yılında Bağdat'ta doğan şair 1894 de İstanbul'a gelmiştir. Galatasaray Lisesi'nde okumuş, 1906'da buradan mezun olmuş. Sanat hayatına Galatasaray'da öğrenci iken başlamış. Hayatı boyunca da 80 kadar şiir yazıp yayınlamıştır.
En çok beyendiğim lisede defalarca okuduğumuz şiirlerinden biri "merdiven" şiiridir. Düşünüldüğünde birçok anlam ve yorumu içerisinde barındırır. Bu şiiri her okuduğumda hayatı ve yaşamı merdivene benzeterek hayal dünyasına dalarım. Hayalimde kendime bir kızarım, bir severim. Başardığım şeyler beni mutlu eder! Kaybettiğim ve "niye o zamanı boşa geçirdin?" dediğim zamanları düşününce de üzülürüm. Bu da geçen zamana karşı vayıflanmama neden olur. Öyle yada böyle geçmemeli zaman... Beni, benim ruhumu taşımalı arabasında. Beraber almalıyız keskin virajları, beraber kaldırmalıyız yolumuza düşen molozları... Kısacası merdivenleri çıkıyorum, yavaş yavaş, kendim olarak ve TADINA vara vara:))



MERDİVEN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...


9 Nisan 2010 Cuma

Reklamın iyisi kötüsü “olmaz mı? olur mu?” (!)




Bu soru reklamcıların kendilerine ve çevrelerine en çok sorduğu sorulardan biridir. Çünkü soru “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” hesabı bir sonuca ulaşılmayan, labirent gibi içine girince heyecanla sürüklendiğiniz fakat yolun sonunu göremediğiniz bir çizgi misalidir.


Hatta hakkında kitap bile yazılmıştır. Şebnem Topuz’un “Reklamın İyisi Kötüsü Olmaz (mı?)” kitabı


Peki sonuç? Yine aynı…


Birde biz ele alalım dedik konuyu!


Reklam, M.Ö. 3000’li yıllarda tüccarların, satış yapmak için dükkânlarının önlerine koydukları tabelaları, ilk reklam çalışmaları olarak bilinmektedir.


Her şey bir tabelayla başladı ama gelişerek renklenen görseli olan, elle bile dokunamadığımız dijital ortamların varlığı ile de şekillenerek daha farklı bir boyuta ulaştı.


Yoğunluk ve uygulama çeşitliliği artınca da hangisi iyi- kötü ayrımı başladı tabi. Reklam veren açısından baktığımızda, reklamın iyi olması için ona belirli bir satış sonucu ve itibarını olumlu etkileyecek bir gelişme olarak dönmesi dâhilinde o reklam İYİ reklam oluyor. Çünkü Kurumun asıl amaçları içersinde yer alan sonuçlar, gerçekleşerek kar ve imaj durumu arttırılmış olacağından sonuçta olumlu değerlendirilebilmektedir.


Peki ya reklamcılar? Onlar içinde reklam yaratıcı olan yani izlediklerinde, okuduklarında kısacası 5 duyularıyla algıladıklarında “vay be” dedirtecekleri reklam İYİ reklam oldu.


Tüketici açısından baktığımızda da onları eğlendirebilen, yalan söylemeyen, rahatsız etmeyen yani gürültü olarak algılatmayan reklam İYİ reklam oldu.


Tersi durumlarda KÖTÜ reklam…


Bence reklamın iyisi kötüsü vardır. Fakat bu iyi ile kötünün de oranlaması vardır. Yakın zamanda meydana gelen örneklerden birinin üzerinden gidebiliriz.


“İzmirli bir genç kız, eski erkek arkadaşının eşyalarını sanal alemde sattı. Kendisini en yakın kız arkadaşıyla aldatan arkadaşı için bir video filmi kaydeden Fulya isimli genç kızın intikam yöntemi pek çok kişiyi şok etti.


2 yıl beraber olduğu erkek arkadaşı Mert‘ten intikam almak isteyen Fulya, “Eski sevgilime kapak olsun” başlığıyla yayınladığı video filminde kendi sözleriyle ilginç olayı şöyle anlattı:


Genç kız bu videoyu Facebook‘daki kişisel sayfasından yayınlamakla kalmadı, eski erkek arkadaşının kendisine hediye ettiği ipek geceliği, Mert’in “çok özel” fotoğraflarının bulunduğu Sony 10.3 MP marka dijital fotoğraf makinasını ve tüm milli takıma imzalatılmış futbol topunu 1′er TL bedel ile açık attırmaya sundu.


Gittigidiyor adlı sitede “İntikam” kodu ile önceki gün açık arttırmaya çıkan 3 ürün 5 saat içinde satıldı.”


Artık reklam sadece medya satın almalarla gerçekleşmediği için bu örnekte de tanıtım ve ilgi için ayrı bir yol çizilmiştir. Medyada ve internette büyük ilgi gören video milyonlarca kişi tarafından izlendi. Doğal ev ortamında çekilen video o kadar gerçek gibiydi ki ulusal kanal ve gazetelerde konuya geniş yer verdiler.Böylece adını iyice akıllara sokan “gittigidiyor.com” tıklanma rekorları kırdı. Bu gizli haberle büyük başarı yakalayan adından söz ettiren site ya yalanı çıktı mı ne oldu? Tabi olaydan sonrasına ilişkin veri yok. Siteyi kullanan sayısı belli bir ölçütte artıysa bile bence yaptığı reklamdan dolayı ters etkide almıştır. Çünkü kandırılan bir siteye karşı güvende azalacaktır. Birde sanal ortamda alışveriş yapılan bir durumda oradaki ürünlerin açıklamalarının doğruluğuna ve ürünü temin edip edemeyeceğine ilişkin kesinlik durumu zayıflayacak, buda müşteriyi geriye itecektir. Güveni ve ilgisi düşecektir. Akılda yer etmesi açısından da etkili bir reklam çalışmasıdır.


Yararlanılan kaynaklar:


http://www.turkcebilgi.com


http://www.sendegel.org






Reklamlarda ünlü oyuncu oynatma devri yükselişe geçti!

Cem Yılmaz deyince Türk Telekom, Seda Sayan deyince Lays, Coca Cola deyince Acun Ilıcalı der olduk. Petrol Ofisi Kadir İnanır ve Yaman karakteriyle özleşen Fırat Doğruluoğlu da bunların arasında yer almakta. Gündemde de; Garanti Bankası “bonus”un yeni reklamında BKM oyuncularından Ersin’e yer vermesi var.



Gündeme ve kurumların yaptığı anketlere göre belirlenen reklam oyuncusu ve basın danışmanları uzun zamandır tanıdık yüzlere para kazandırmaya devam ediyor. Böylece hem kurum hem kişi kazanç sağlıyor.


Markaya çok iyi oturan ünlü kişilik, yaptığı hatalarla kurumu da etkileyebiliyor. Şuanda Merinos halıların marka yüzü uzun zamandır Sibel Can. Daha önce İbrahim Tatlıses’in yer aldığı reklam ve çalışmalarda, Tatlıses’in adliyelik bir olayı olunca Merinos kendisine başka marka yüzü aramaya başlamıştı. Kısa bir zaman içinde yollarını ayırdıklarını basına bildirmiş ve markasının bu olaydan etkilenmemesi için gerekli açıklamaları yapmıştı. Yapılan kriz iletişimi ile marka etkilenmekten kurtulmuştu.


Uzun zaman birlikte çalıştıkları ünlü kişilikler markaya uzun vadede olumlu sonuçlarda getirmektedir. Reklam ve tanıtım çalışmalarında yer alması markanın renklenmesini ver bilinirliğini arttırmaktadır. Orkid’in marka yüzü olan Nil Karaibrahimgil 2 ay öncesi gibi bir zamanda Bostancı Gösteri Merkesin’de konser vermişti. Orkid kullanıcıları için hediye biletler satış esnasında verilerek, marka yüzü ile tüketicileri buluşturuldu. Konser esnasında reklam Kampanyalarında söylenen şarkılarda seslendirilerek ve sürpriz hediyelerde konser renklendirildi. Hem Nil eğlencesi, hem marka algısı yükseltilerek başarılı bir çalışma gerçekleştirildi "happy girl"


KALBİME DEDİM Kİ... "..."

Ruhum geride kalma, beni takip et…

Bazen bedenimizi alıp bambaşka yerlere sürükleriz. Ya ruhumuz! O bizimle gelmezse? O zaman kötü işte.

Beden dinlenmek ister ruh kendi içinde çatışmak… Bazen kafa dinlemek, dağıtmak açıkçası HUZUR bulmak için kendimizi uzak yollara süreriz, orada yaşayacağımız farklı deneyimler için umutla koşarız;)Tam ohh geldim, derken ruhumuz çıktığımız yerde. “Niye benimle gelmedin? Beni niye yalnız bıraktın?” diye, ona bir arkadaşa kızar gibi kızarız… Ama nafile onu getirebilmek için taktikler yetmez. Taktikler olmayınca çözümlere koşarız, oradan oraya çare ararız… Bazen de… Hiç… Hiç bir şey yapmayız, yapamayız

Bir yere gitmeden önce ruhunuzla bütün olun. Başka şeylerden kaçmak isterken kendinizden kaçmış olmayın. Ruhunuzu önce hayallerinizle tanıştırın, gideceğiniz yeri ona fısıldayın. Böylece özenecektir oraya, biraz çocuksudur o, ağlamasın diye kandırman gerekir bir çocuğa şeker verir gibi… Sürekli dersen “Gerçek bu! Hayat bu!” kırarsın onu. Kırılmış bir bitki gibi olur. Yeşerttiğin, yıllarca zahmet verdiğin dal kurur. Sonra yaşam suyu (mutluluk) onu tekrar filizlendirebilir. Ama eskisi gibi çiçek açtırmak zaman alır…

Şimdi, hadi! Çabuk… Tut ellerini ellerinle ve kalbine getir, ikisini de… Güzel bir sözcük fısılda ona; “SENİ SEVİYORUM”.